Efendim malumunuz, Nilayla ilk yılımızı dün geride bıraktık ve takvimlerin 13 Kasım'ı gösterdiği ilk andan itibaren ikinci yılımızdan gün aldık. Nilayla yaşanan her an özeldir ve güzeldir, lakin onunla ikinci yılımızdan aldığımız bu ilk günde, geride bıraktığımız o güzel yılı şöyle bir düşündüm ve kendimce bazı anları, anıları, ilk yılımızda olup bitenleri belki biraz ödüllendirmek istedim.
"And Oscar goes toooooooooooooo" tadında Yılın Enleri'ni açıklıyorum.
Yılın sorusu: "Bi yardımını istesem?"
Yılın itirafı: "Seni seviyorum." (Tarafımdan Nilay'a - 14 Kasım 2012)
Yılın konusu: Kader
Yılın gülümseteni: Ses kayıtları, Neslihan'ın fotoğraf ve videoları
Yılın ağlatanı: Nilay'ın benim yazım ve Tatlıses şarkılarını kombine ederek yaptığı video.
Yılın sanatsal faaliyeti: Nilay'ın ikimiz için hazırladığı tüm videolar.
Yılın olayı: Neslihan'ın doğumu
Yılın üzüntüsü: İnönü'nün vedası
Yılın türküsü: Yar Demedin (Nilay'ın sesini ilk duyduğum türkü)
Yılın şarkısı: Yalan
Yılın nazar boncuğu: Anneannenin hastalığı ve Neslihan
Yılın fiyaskosu: Cafedeki tost
Yılın mönüsü: Pizza
Yılın t - shirtü: Arabalı ve beyaz t-shirtlerim
Yılın sözcüğü: Kriter
Yılın dergisi: Uykusuz (neden acaba?!?!?!?)
Yılın en iyi yardımcı erkek oyuncusu: Onur Tural (Beşiktaş - Gençlerbirliği maçındaki yardımlarından ötürü)
Yılın en iyi yardımcı kadın oyuncusu: Safinaz yenge
Yılın filmi: Melekler Şehri
Yılın esnafı: Tabakçı
Yılın emekçisi: Telefonun arka kapağını getirmese de taksici
Yılın fotoğrafı: Nilay'ın benim telefonumda duran fotoğrafı
Yılın sanatçısı: İmparator İbrahim Tatlıses
Yılın takımı: Beşiktaş
Yılın mevzusu: Gezi Parkı
Yılın arayışı: Düğün salonu
Yılın noktalama işareti: ?
Yılın şehri: Eskişehir
Yılın polemiği: Beni bekletiyorsun
Yılın sözü: Seni seviyorum...
Seneye görüşürüz.
Bizimkisi Bir Aşk Hikayesi (Loading ... %50)
13 Kasım 2013 Çarşamba
12 Kasım 2013 Salı
Aşk (12/11/2012 - ....)
Geçen sene bugün, bu saatlerde biri bana gün bitmeden aşık olacağımı söylese ağzımla gülmezdim, itiraf edeyim. Hatta geçen sene bu saatlerde aşık olmak için bir aday adayına dahi sahip değildim. Zaten aşk güzelliğini bu ani ve spontane gelişimlere borçlu değil midir? Kanımca aşk ön belirtileri olan bir mevzu olsaydı, insan aşık olacağı zamanı, mekanı ve kişiyi önceden bilebilseydi insanların aşkla ilgili tasarrufu önlem almak olurdu, kapılıp gitmek değil. Aşk her ne kadar duyguların en güzeli biçiminde lanse edilse de uğruna çekilen acıyı ve gösterilen çabayı başka hiçbir yerde bulamayacağımız gerçeğini de kimse inkar edemez.
Bizimki aniden de ani, spontaneden de spontane oldu. Yani bir ön belirtisi olsaydı da önlem alacak kadar zaman bulamayabilirdim. Zaten hissettiklerim beni öyle bir hale getirmişti ki, ne yaşayacak olursam olayım bu aşka önlem almayı aklımın ucundan bile geçirmezdim. Şimdi geriye dönüp baktığımda; kader konusuyla başlayan sohbetimizin bizi bir kader birliğine götürmekte olduğunu hissettikçe şükrediyorum. Ve bunun da bir kader olduğunu, bizi biraraya kaderin getirdiğini gördükçe benliğimi daha fazla biz'e adıyorum. Kaderimizi tayin edebilecek bir yolun çıkış noktasının kader sohbeti oluşu da tesadüf değil, kaderdir. Tanıştığımız tarzda yerlere kolay kolay uğramayan Nilay'ın, yine buralara kolay kolay uğramayan benimle maksimum 1 saat sonra biteceğini düşünerek başladığı öylesine sohbet, bizi buraya getiren kaderin ta kendisidir.
Belki kimse, kendisi de, hatta ben de benim Nilay'a bu bu kadar çabuk aşık olacağımı beklemiyorduk. Fakat başka bir bakış açısıyla bu aşka "çabuk" demek de çok insaflı değil gibi. 26 senedir aşık olmayı beklemesem de bugün bir Doruk Koç deyip geçmeyin; etrafından onlarca kadın kız geçmiş ama çok çok az, milimist oranlarda, hatta hiç denecek oranda (yazar burada kendini birden değil, alıştıra alıştıra dramatize ediyor) mevzuyu aşka çevirmeyi başarabilmiş bir kişiyim ben. Tüm bu aşık olmadığım halde edindiğim tecrübelere ve aşık olduğumda bünyemde açılan şemsiyelere rağmen birine iki günde aşık olabiliyorsam bu benim değil, Nilay'ın eseridir. Zaten kendisi öykümüze sonraları 2 günlük aşk demesinler diye çok uğraştı, çok direndi. Gezicilerin toplu halde yakalayabildikleri sinerjiden daha büyük bir direnişi tek başına gösterdi. Takriben 5-6 ayımız Nilay'ı kendisine aşık olduğuma inandırmakla geçti. Fakat tam anlamıyla inanamıyorken bile Nilay, benim onu sevme ihtimalimi seviyordu. Benim onu sevdiğimi duymaktan hep mutlu oluyordu. Nilay ne güzeldi, Nilay sevilmez miydi...
Kötü günler yaşamadık mı? Yaşadık... Kötü sözler söylemedik mi? Söyledik... Unutulmazlıklarımız da oldu, hatırlamak istemediklerimiz de. Severken çok kırdık birbirimizi, ama bir başka yönden bakarsak da kırarken bile çok sevdik. Olur mu demeyin, oluyor. Aynı anda ona hem deli gibi sinirlenip hem de nasıl istediğimi bir ben bir Allah biliyor.
Nilay bana daha önce hissetmediklerimi, daha önce yaşamadıklarımı, daha önce bilmediklerimi tattırdı ve bunların hepsini 1 sene gibi insan hayatı için çok kısa sayılabilecek bir süre içinde yaptı. Ben onun yaşamına neler katabildim bilinmez ama ben de onu çok sevdim. Nilay'ın bana yaşattıkları, bundan sonra birlikte yaşayacaklarımızın bir referansı ise şayet, ölürken yaşadığım hayata pişman olmayacağım demektir. Nilay bir yaşam biçimi, Nilay bir mutluluk sigortası, Nilay bir şaşkınlık arefesi ve Nilay bir Allah'ın mucizesidir. Onunla yaşananlar sadece onunla yaşanabilir, ona hissedilen duygular sadece ona hissedilebilir.
Ben Nilay'a teşekkür edebiliyorum bu ve bundan sonraki 12 Kasımlar için. Her günü 12 Kasım heyecanında yaşattığı ve acaba bugün Nilay'ın hangi güzelliğiyle tanışacağım dedirttiği için. Paylaştığı üzüntülerim, kat kat katladığı sevinçlerim için... Varlığı için, desteği için, yanımda olduğu için... En çok da bana nasip olduğu için...
Sana aşık olduğumu anladığımda seninle birlikte geçirilecek zaman anlamında koyduğum hedefe 49 yıl kaldı. Aşağısı kurtarmaz, fazlası tadından yenmez.
İyi ki varsın, iyi ki karşıma çıktın ve iyi ki seni tanıdım.
Kasım'da aşk başkadır, çünkü sen çıkageldin.
Nice yıllara...
Bizimki aniden de ani, spontaneden de spontane oldu. Yani bir ön belirtisi olsaydı da önlem alacak kadar zaman bulamayabilirdim. Zaten hissettiklerim beni öyle bir hale getirmişti ki, ne yaşayacak olursam olayım bu aşka önlem almayı aklımın ucundan bile geçirmezdim. Şimdi geriye dönüp baktığımda; kader konusuyla başlayan sohbetimizin bizi bir kader birliğine götürmekte olduğunu hissettikçe şükrediyorum. Ve bunun da bir kader olduğunu, bizi biraraya kaderin getirdiğini gördükçe benliğimi daha fazla biz'e adıyorum. Kaderimizi tayin edebilecek bir yolun çıkış noktasının kader sohbeti oluşu da tesadüf değil, kaderdir. Tanıştığımız tarzda yerlere kolay kolay uğramayan Nilay'ın, yine buralara kolay kolay uğramayan benimle maksimum 1 saat sonra biteceğini düşünerek başladığı öylesine sohbet, bizi buraya getiren kaderin ta kendisidir.
Belki kimse, kendisi de, hatta ben de benim Nilay'a bu bu kadar çabuk aşık olacağımı beklemiyorduk. Fakat başka bir bakış açısıyla bu aşka "çabuk" demek de çok insaflı değil gibi. 26 senedir aşık olmayı beklemesem de bugün bir Doruk Koç deyip geçmeyin; etrafından onlarca kadın kız geçmiş ama çok çok az, milimist oranlarda, hatta hiç denecek oranda (yazar burada kendini birden değil, alıştıra alıştıra dramatize ediyor) mevzuyu aşka çevirmeyi başarabilmiş bir kişiyim ben. Tüm bu aşık olmadığım halde edindiğim tecrübelere ve aşık olduğumda bünyemde açılan şemsiyelere rağmen birine iki günde aşık olabiliyorsam bu benim değil, Nilay'ın eseridir. Zaten kendisi öykümüze sonraları 2 günlük aşk demesinler diye çok uğraştı, çok direndi. Gezicilerin toplu halde yakalayabildikleri sinerjiden daha büyük bir direnişi tek başına gösterdi. Takriben 5-6 ayımız Nilay'ı kendisine aşık olduğuma inandırmakla geçti. Fakat tam anlamıyla inanamıyorken bile Nilay, benim onu sevme ihtimalimi seviyordu. Benim onu sevdiğimi duymaktan hep mutlu oluyordu. Nilay ne güzeldi, Nilay sevilmez miydi...
Kötü günler yaşamadık mı? Yaşadık... Kötü sözler söylemedik mi? Söyledik... Unutulmazlıklarımız da oldu, hatırlamak istemediklerimiz de. Severken çok kırdık birbirimizi, ama bir başka yönden bakarsak da kırarken bile çok sevdik. Olur mu demeyin, oluyor. Aynı anda ona hem deli gibi sinirlenip hem de nasıl istediğimi bir ben bir Allah biliyor.
Nilay bana daha önce hissetmediklerimi, daha önce yaşamadıklarımı, daha önce bilmediklerimi tattırdı ve bunların hepsini 1 sene gibi insan hayatı için çok kısa sayılabilecek bir süre içinde yaptı. Ben onun yaşamına neler katabildim bilinmez ama ben de onu çok sevdim. Nilay'ın bana yaşattıkları, bundan sonra birlikte yaşayacaklarımızın bir referansı ise şayet, ölürken yaşadığım hayata pişman olmayacağım demektir. Nilay bir yaşam biçimi, Nilay bir mutluluk sigortası, Nilay bir şaşkınlık arefesi ve Nilay bir Allah'ın mucizesidir. Onunla yaşananlar sadece onunla yaşanabilir, ona hissedilen duygular sadece ona hissedilebilir.
Ben Nilay'a teşekkür edebiliyorum bu ve bundan sonraki 12 Kasımlar için. Her günü 12 Kasım heyecanında yaşattığı ve acaba bugün Nilay'ın hangi güzelliğiyle tanışacağım dedirttiği için. Paylaştığı üzüntülerim, kat kat katladığı sevinçlerim için... Varlığı için, desteği için, yanımda olduğu için... En çok da bana nasip olduğu için...
Sana aşık olduğumu anladığımda seninle birlikte geçirilecek zaman anlamında koyduğum hedefe 49 yıl kaldı. Aşağısı kurtarmaz, fazlası tadından yenmez.
İyi ki varsın, iyi ki karşıma çıktın ve iyi ki seni tanıdım.
Kasım'da aşk başkadır, çünkü sen çıkageldin.
Nice yıllara...
10 Ekim 2013 Perşembe
En Güzel Burun Sızısı
- Elleri yumuk yumuk olsun -
Yıllarca nasıl bir kadına aşık olabileceğim yönündeki sorulara bana bir kız çocuğu verebilecek kadın şeklinde yanıt verdim. Fakat Nilay'ı tanıdığım günden beri ( kendisine tanıştığımızın 2. günü aşık olduğuma daha önce değinmiştim) onun bana vereceği kız çocuklarına aşık olabileceğimi söyleyip durdum hep. İkimizin çocuklarını istiyordum artık, bana çocuk verecek bir anne değil. Annesine benzeyen bir kız bebeğin babası olsam, aynı evde iki aşk olsa, ilkinin yeri her daim başka olsa. O yumuk ellerinin avuçlarına sığdırabildiği tek şey olan baş parmağımı beni bırakma dercesine kavrasa, hiç bırakmasa...
- Annesine benzesin -
Hali hazırda aşık olduğum bir kadın varken kızımın kendisine rol model arayarak yorulmasına hiç gerek yok. Annesine benzesin ki bitmeyecek sevgimin eserini göreyim onun yüzünde. Hem arada bir bu benzerliğe atıfta bulunarak Nilay'a benzemez kimse sana dersem hoş bir enstantane olabilir. Hem kızımız annesine benzerse Nilay da güzelliğinin farkında olmadığı burnuyla barışabilir.
- Kız evi naz evi -
Nilay'da örneklerini sıklıkla gördüğüm biçimde nazlı olur onun dünyaya getirdiği kız da. Ama olsun, benim kızım sürüm sürüm süründürsün, aferin ona.
- Sen yıllarca besle büyüt, elin oğlu alsın götürsün - (İsteme töreninde damada sıra dayağı projesi)
Bunu açıklamanın pek bir gereği yok, başlık herşeyi ortaya koyancinsten. Nilay da tamam derse damadı içgüveysi alırız artık. Kızımı mı alıp götürecek evimden? O kadar da değil...
İşte bir kız çocuğu sahibi olmak, yukarıda verilen örnekler gibi yüzlerce duyguya daha sevk edebilir insanı. Ben burada çok yüzeysel ve karikatürize örneklerle geçiştirsem de bir kız çocuğunun bir aileye yaşattığı duygu çok farklıdır. Ailesinin tek kızı olarak, kız çocuğu olmayan bir eve evin gelini değil, kızı olarak gelecek olan Nilay, bir de bir kız çocuğu verirse bize, işte o zaman heykeli dikilebilir müsait bir yerimize (arsa açısından, yer bakıyoruz, hemen yanlış anlamayın, gülüşmeyin, akıllı olun)
Kız çocuğu evin nazıdır, neşesidir, güzelim kokusudur. Uyku uyku kokar hep, nazlı nazlı büyür. Boncuk boncuk döker gözyaşlarını, burcu burcu terler. Kibar kibar yer yemeğini, derslerini güzel güzel yapar. Hızlı hızlı anlatır anlatacaklarını, daha doğuştan anaç olur. Ana olur kendi dünyasındaki bebeklerine. Sonra bir bakmışsın ki, o gün sahiden gelmiş olur. Gözde tüter, bir saatlik yokluğu bile belli eder. Evlenip gittiğinde ne yapacağız diye düşündürür hep. Geri dönüş yoluna çıkan bütün misafirlerin ardından dökülen suda onun baba ocağını terkederken dökülecek gözyaşları birikir. Bir başkadır kız çocuğu, içine işler insanın ve ille de kendini sevdirir.
Nilay çok istiyor anne olmayı. Konuşurken bu konuyu; gözleri doluyor, hissediyorum. Ona çok da yakışacak annelik. Ama o kendi çocuğunu kucağına almadan önce de ucundan kıyısından yakaladı bu şansı. Neslihan geldi. Bir gece uyuduk, sabahına uyandık, Nilay hızlı adımlarla hastanede, akrep ve yelkovan yavaş adımlarla Neslihan'ı alıp gelecekleri yolculuktaydılar. Aylar önce uykusundan uyandırılarak aldığı hala oluyorsun haberi cisme döküldüğünde, yani Neslihan hayata ve bizlere merhaba dediğinde Nilay'ın sesindeki mutluluk, bir halanın sevincinden çok daha fazlasıydı. Sanki onun da Neslihan'a bir haladan fazlası olacağının sinyali gibi.
Ben kardeşsiz büyüdüm. Sonradan hayatın karşıma çıkardığı kardeşim hariç, kardeş gibi, görebileceğim kimsem de yok. Kardeşsiz büyüyen çocuklar sadece kardeş sevgisinden değil, geleceğin amcalık, dayılık, halalık, teyzelik gibi mutluluklarından da mahrum kalırlar. Ben yalnızca baba olabileceğim örneğin. Küçümsediğimden değil, dünyanın en büyük mutluluğu elbet. Ancak aynı yeni doğan bir can üzerinden yaşanacak bu mutlulukları da yaşamak isterdim. Neslihan bu anlamda bana babalıktan başka sıfatlar da yükleyebilecek tek çocuk şimdilik, ilk göz ağrısı. Her ne kadar kendi eniştelerime bile enişte demesem de başlangıç için idealdir eniştelik. 2020 gençlerinin halalarının kocalarına enişte diyeceğini pek sanmasam da, biz onu daha sonra Neslihanla hallederiz.
Kız halaya, oğlan dayıya çekermiş güzel kız. Sen de halana çek. Onun gibi yaşam kat başkalarının yaşamına. Onun gibi iyi insan ol, onun kadar güzel... Onun gibi çatlak da olabilirsin, benim için sakıncası yok. Üstelik çok güzel bir ailen var. Annen, baban, babaannen, deden, halan ve benim dahi ilk göz ağrımızsın, düşün. Çok sev onları, hep mutlu et. Onlar elbirliğiyle seni yetiştirirken, hayata hazırlarken, sen de halanı anneliğe hazırlıyorsun. En büyük güzelliği belki de doğacak kuzenlerine yapıyorsun.
Halan sana öyle bir kuzzzummmmmm diyor ki Neslihan, sen yanındasın diye de yapmıyor bunu. Sen evdeyken, uyurken, konuştuklarımızı anlayamayacak durumdayken de hep öyle kuuzzzummmmmm diyor sana. Canından can kopup sana geliyor adını anarken. Görmüyorum ama hissediyorum, gözlerinin içi gülüyor. Ben halanı çok seviyorum. Halana bu duyguları yaşattığın için seni de çok seviyorum. Elbette annenin yeri ayrı ama halan da kendi çocuklarına sevgi zulalıyor senden. Kuzenlerini kucağımıza aldığımızda onlara senden aşina olduğumuz sözcüklerle seslenecek, senden aşina olduğumuz dokunuşlarla dokunacak, seni büyütürken öğrendiklerimizle büyüteceğiz.
Ben halanın gülüşünü çok seviyorum Neslihan. Bence bu kadar güzel gülen birinin başka bir gülüşü sevmesine gerek yok. Ama halan aşık senin gülüşüne. Bir saniyelik gülüşünü yakalamak için şekilden şekle giriyor karşında. Sonra o yakaladığı gülüşü benimle paylaşıyor bazen, bakmalara doyamıyoruz. Hiçbir şey olamadan yeğen sahibi oldum ben de. Sanki bebeğisin, sanki prensesisin bizim evin de. İşten eve gelirken sana çikolata alasım var. O günler geldiğinde şimdiden sözüm olsun.
Halanla bizim biraraya gelmemizi sağlayan pencereler var. Ben o pencerelere her baktığımda seni görüyorum Neslihan. Halanın canının yarısı sende vücut bulmuş sanki. O yarıya iyi bak, benden de bir parça olduğunu sakın unutma içinde.
Sen şimdi aramızdaki en günahsızsın. Her yerden birer tutam toprak alıp kök salmış bir ağaç gibi, hepimizden bir parça var küçücük bedeninde ve o bedende artan kalbinde. Kendine çok iyi bak ki o parçalar da sağlam dursun. Özellikle halanın sendeki parçasına iyi bak Neslihan. Bir gün seninle denize gideriz, suyun derinliklerinde güzel taşlar bulup kulağımıza koyar, oyun oynarız. O taşları kulağına dayadığında dalga seslerini duyarsın. Evine götürür, ne zaman denizi özlesen o taşları kulağına dayarsın. İşte o halanın sendeki parçasını da ne zaman alırsan al eline, ne zaman dayarsan daya kulağına, sana hep kuuuzzuuuuuuuuummmmmmmmm dediğini duyacaksın.
Ben onu bu kadar severken bile kaybetmekten korkuyorum Neslihan, ama sen bu korkuyu hiç yaşamayacaksın. Sen onun hep yanında olacak, hep ilk göz ağrısı olarak kalacaksın. Olur da bi gün ben olmazsam benim onu sevdiğim kadar sen de sev olur mu halasının kuzusu? Çünkü ben onu ancak günahsız bir yüreğe emanet edebilirim.
Hoşgeldin Neslihan. Canımıza can, hayatımıza anlam kattın. Sen şimdi bizim anlayamadığımız sesler çıkartırken belki Allah, belki meleklerle konuşuyorsun. Söyle, bizi hep birarada tutsunlar, olmaz mı?
Bir kız evlat sahibi olbilir insanlar. Ama o gün gelene kadar hep ya olmazsa diye korkarlar. Bu korkudan dolayı da hep içleri sızlar, o iç sızısı burnuna vurur insanın. İçten içten sızlar. İşte sen, bizim çocuğumuz olmasan da, bizim çocuksuzluğumuzu dindirdin, bizim sızımızı bitirdin ve şimdiden bize doğacak kuzenlerinden haber getirdin.
Saç telinden ayak tırnağına kadar mutlu yaşa.
Kollarını kendi iradenle kullanmaya başlayınca, sarıl halanın boynuna ve sakın bırakma.
Bunu yapabilmek için canını fedaya hazır insanlar olduğunu sakın unutma.
Ve sana daha güzel bir dünya sunamadığımız, bu dünyayı bu hale getirdiğimiz için kusura bakma.
Hoşgeldin ufaklık.
Yolun, bahtın, şansın hep açık olsun.
Dindirdiğin sızılarımız, seni kötülükten koruyacak zırhın olsun.
Allah, o küçücük nefesine yoldaş olsun.
Hoşgeldin.
Belki tanışamayabiliriz hiç
Adım Doruk.
Seni çok sevdim, halanı da.
Allah esirgesin, ama eğer yollarımız kesişmezse, bu da sana hatıram olsun.
Yıllarca nasıl bir kadına aşık olabileceğim yönündeki sorulara bana bir kız çocuğu verebilecek kadın şeklinde yanıt verdim. Fakat Nilay'ı tanıdığım günden beri ( kendisine tanıştığımızın 2. günü aşık olduğuma daha önce değinmiştim) onun bana vereceği kız çocuklarına aşık olabileceğimi söyleyip durdum hep. İkimizin çocuklarını istiyordum artık, bana çocuk verecek bir anne değil. Annesine benzeyen bir kız bebeğin babası olsam, aynı evde iki aşk olsa, ilkinin yeri her daim başka olsa. O yumuk ellerinin avuçlarına sığdırabildiği tek şey olan baş parmağımı beni bırakma dercesine kavrasa, hiç bırakmasa...
- Annesine benzesin -
Hali hazırda aşık olduğum bir kadın varken kızımın kendisine rol model arayarak yorulmasına hiç gerek yok. Annesine benzesin ki bitmeyecek sevgimin eserini göreyim onun yüzünde. Hem arada bir bu benzerliğe atıfta bulunarak Nilay'a benzemez kimse sana dersem hoş bir enstantane olabilir. Hem kızımız annesine benzerse Nilay da güzelliğinin farkında olmadığı burnuyla barışabilir.
- Kız evi naz evi -
Nilay'da örneklerini sıklıkla gördüğüm biçimde nazlı olur onun dünyaya getirdiği kız da. Ama olsun, benim kızım sürüm sürüm süründürsün, aferin ona.
- Sen yıllarca besle büyüt, elin oğlu alsın götürsün - (İsteme töreninde damada sıra dayağı projesi)
Bunu açıklamanın pek bir gereği yok, başlık herşeyi ortaya koyancinsten. Nilay da tamam derse damadı içgüveysi alırız artık. Kızımı mı alıp götürecek evimden? O kadar da değil...
İşte bir kız çocuğu sahibi olmak, yukarıda verilen örnekler gibi yüzlerce duyguya daha sevk edebilir insanı. Ben burada çok yüzeysel ve karikatürize örneklerle geçiştirsem de bir kız çocuğunun bir aileye yaşattığı duygu çok farklıdır. Ailesinin tek kızı olarak, kız çocuğu olmayan bir eve evin gelini değil, kızı olarak gelecek olan Nilay, bir de bir kız çocuğu verirse bize, işte o zaman heykeli dikilebilir müsait bir yerimize (arsa açısından, yer bakıyoruz, hemen yanlış anlamayın, gülüşmeyin, akıllı olun)
Kız çocuğu evin nazıdır, neşesidir, güzelim kokusudur. Uyku uyku kokar hep, nazlı nazlı büyür. Boncuk boncuk döker gözyaşlarını, burcu burcu terler. Kibar kibar yer yemeğini, derslerini güzel güzel yapar. Hızlı hızlı anlatır anlatacaklarını, daha doğuştan anaç olur. Ana olur kendi dünyasındaki bebeklerine. Sonra bir bakmışsın ki, o gün sahiden gelmiş olur. Gözde tüter, bir saatlik yokluğu bile belli eder. Evlenip gittiğinde ne yapacağız diye düşündürür hep. Geri dönüş yoluna çıkan bütün misafirlerin ardından dökülen suda onun baba ocağını terkederken dökülecek gözyaşları birikir. Bir başkadır kız çocuğu, içine işler insanın ve ille de kendini sevdirir.
Nilay çok istiyor anne olmayı. Konuşurken bu konuyu; gözleri doluyor, hissediyorum. Ona çok da yakışacak annelik. Ama o kendi çocuğunu kucağına almadan önce de ucundan kıyısından yakaladı bu şansı. Neslihan geldi. Bir gece uyuduk, sabahına uyandık, Nilay hızlı adımlarla hastanede, akrep ve yelkovan yavaş adımlarla Neslihan'ı alıp gelecekleri yolculuktaydılar. Aylar önce uykusundan uyandırılarak aldığı hala oluyorsun haberi cisme döküldüğünde, yani Neslihan hayata ve bizlere merhaba dediğinde Nilay'ın sesindeki mutluluk, bir halanın sevincinden çok daha fazlasıydı. Sanki onun da Neslihan'a bir haladan fazlası olacağının sinyali gibi.
Ben kardeşsiz büyüdüm. Sonradan hayatın karşıma çıkardığı kardeşim hariç, kardeş gibi, görebileceğim kimsem de yok. Kardeşsiz büyüyen çocuklar sadece kardeş sevgisinden değil, geleceğin amcalık, dayılık, halalık, teyzelik gibi mutluluklarından da mahrum kalırlar. Ben yalnızca baba olabileceğim örneğin. Küçümsediğimden değil, dünyanın en büyük mutluluğu elbet. Ancak aynı yeni doğan bir can üzerinden yaşanacak bu mutlulukları da yaşamak isterdim. Neslihan bu anlamda bana babalıktan başka sıfatlar da yükleyebilecek tek çocuk şimdilik, ilk göz ağrısı. Her ne kadar kendi eniştelerime bile enişte demesem de başlangıç için idealdir eniştelik. 2020 gençlerinin halalarının kocalarına enişte diyeceğini pek sanmasam da, biz onu daha sonra Neslihanla hallederiz.
Kız halaya, oğlan dayıya çekermiş güzel kız. Sen de halana çek. Onun gibi yaşam kat başkalarının yaşamına. Onun gibi iyi insan ol, onun kadar güzel... Onun gibi çatlak da olabilirsin, benim için sakıncası yok. Üstelik çok güzel bir ailen var. Annen, baban, babaannen, deden, halan ve benim dahi ilk göz ağrımızsın, düşün. Çok sev onları, hep mutlu et. Onlar elbirliğiyle seni yetiştirirken, hayata hazırlarken, sen de halanı anneliğe hazırlıyorsun. En büyük güzelliği belki de doğacak kuzenlerine yapıyorsun.
Halan sana öyle bir kuzzzummmmmm diyor ki Neslihan, sen yanındasın diye de yapmıyor bunu. Sen evdeyken, uyurken, konuştuklarımızı anlayamayacak durumdayken de hep öyle kuuzzzummmmmm diyor sana. Canından can kopup sana geliyor adını anarken. Görmüyorum ama hissediyorum, gözlerinin içi gülüyor. Ben halanı çok seviyorum. Halana bu duyguları yaşattığın için seni de çok seviyorum. Elbette annenin yeri ayrı ama halan da kendi çocuklarına sevgi zulalıyor senden. Kuzenlerini kucağımıza aldığımızda onlara senden aşina olduğumuz sözcüklerle seslenecek, senden aşina olduğumuz dokunuşlarla dokunacak, seni büyütürken öğrendiklerimizle büyüteceğiz.
Ben halanın gülüşünü çok seviyorum Neslihan. Bence bu kadar güzel gülen birinin başka bir gülüşü sevmesine gerek yok. Ama halan aşık senin gülüşüne. Bir saniyelik gülüşünü yakalamak için şekilden şekle giriyor karşında. Sonra o yakaladığı gülüşü benimle paylaşıyor bazen, bakmalara doyamıyoruz. Hiçbir şey olamadan yeğen sahibi oldum ben de. Sanki bebeğisin, sanki prensesisin bizim evin de. İşten eve gelirken sana çikolata alasım var. O günler geldiğinde şimdiden sözüm olsun.
Halanla bizim biraraya gelmemizi sağlayan pencereler var. Ben o pencerelere her baktığımda seni görüyorum Neslihan. Halanın canının yarısı sende vücut bulmuş sanki. O yarıya iyi bak, benden de bir parça olduğunu sakın unutma içinde.
Sen şimdi aramızdaki en günahsızsın. Her yerden birer tutam toprak alıp kök salmış bir ağaç gibi, hepimizden bir parça var küçücük bedeninde ve o bedende artan kalbinde. Kendine çok iyi bak ki o parçalar da sağlam dursun. Özellikle halanın sendeki parçasına iyi bak Neslihan. Bir gün seninle denize gideriz, suyun derinliklerinde güzel taşlar bulup kulağımıza koyar, oyun oynarız. O taşları kulağına dayadığında dalga seslerini duyarsın. Evine götürür, ne zaman denizi özlesen o taşları kulağına dayarsın. İşte o halanın sendeki parçasını da ne zaman alırsan al eline, ne zaman dayarsan daya kulağına, sana hep kuuuzzuuuuuuuuummmmmmmmm dediğini duyacaksın.
Ben onu bu kadar severken bile kaybetmekten korkuyorum Neslihan, ama sen bu korkuyu hiç yaşamayacaksın. Sen onun hep yanında olacak, hep ilk göz ağrısı olarak kalacaksın. Olur da bi gün ben olmazsam benim onu sevdiğim kadar sen de sev olur mu halasının kuzusu? Çünkü ben onu ancak günahsız bir yüreğe emanet edebilirim.
Hoşgeldin Neslihan. Canımıza can, hayatımıza anlam kattın. Sen şimdi bizim anlayamadığımız sesler çıkartırken belki Allah, belki meleklerle konuşuyorsun. Söyle, bizi hep birarada tutsunlar, olmaz mı?
Bir kız evlat sahibi olbilir insanlar. Ama o gün gelene kadar hep ya olmazsa diye korkarlar. Bu korkudan dolayı da hep içleri sızlar, o iç sızısı burnuna vurur insanın. İçten içten sızlar. İşte sen, bizim çocuğumuz olmasan da, bizim çocuksuzluğumuzu dindirdin, bizim sızımızı bitirdin ve şimdiden bize doğacak kuzenlerinden haber getirdin.
Saç telinden ayak tırnağına kadar mutlu yaşa.
Kollarını kendi iradenle kullanmaya başlayınca, sarıl halanın boynuna ve sakın bırakma.
Bunu yapabilmek için canını fedaya hazır insanlar olduğunu sakın unutma.
Ve sana daha güzel bir dünya sunamadığımız, bu dünyayı bu hale getirdiğimiz için kusura bakma.
Hoşgeldin ufaklık.
Yolun, bahtın, şansın hep açık olsun.
Dindirdiğin sızılarımız, seni kötülükten koruyacak zırhın olsun.
Allah, o küçücük nefesine yoldaş olsun.
Hoşgeldin.
Belki tanışamayabiliriz hiç
Adım Doruk.
Seni çok sevdim, halanı da.
Allah esirgesin, ama eğer yollarımız kesişmezse, bu da sana hatıram olsun.
9 Ekim 2013 Çarşamba
Sen Çok Yaşa Anneanne
Benim hayatımdaki anneanne figürü, Adile Naşit sevimliliği
ve şıpıdık terlikleriyle, bitmeyen enerjisiyle oradan oraya koşturan pire gibi
bir kadındır. Çok severim anneannemi, bu yüzden her anneannenin benimkisi kadar
güzel olduğunu düşünüp tüm anneanneleri severim. Anneciyimdir ben, oradan kanıyor
bi kere anneanneler. Kendi annene bir kez anne derken ona iki kez anne
diyorsun. Böyle bir sevgidir, sevgilidir işte anneanne.
Anneanneler torunlarının bambaşka bir tat, torun sevgisinin
bambaşka bir sevgi olduğunu söylerler. Hakikate torunlarına da başka türlü
bakarlar. İşte benim için de anneanneler böyledir. Üstüne bir de Nilay’ın
ailesine ve özellikle yaşlılara olan düşkünlüğü eklenince biz gayet anneanneci
bir çift oluyoruz. Fakat ne yazık ki, Nilay’ın anneannesini Nilay’ın
anlattıklarıyla tanımak zorundayım şimdilik, Nilay da ilk zamanlar pek kulağa
hoş gelecek şeyler anlatmadı. Anneanne hasta, sanırım biraz da yorgun…
Nilay anneannesine tatlı sert hep takılır. Bana zaman zaman
onun yaptıklarını, güldüren laflarını, onunla geçen anılarını anlatır. Dediğim
gibi, ilk zamanlar pek hoş şeyler anlatmıyordu. Anneanneyle birlikte ondan
havadis veren Nilay’ın sesi de acı çekiyordu. Hıçkırıklara boğuluyordu Nilay.
Onu sandığımdan da çok seviyormuşum diyordu. Ben daha dedemi yeni kaybettim
diyordu. Aklıma, gidişine hala alışamadığım dedem geliyordu. Telefonda
gözyaşlarını kamufle etmek daha kolay oluyordu. Nilay umutsuz konuşuyordu.
Umutsuzluğu can yakıyordu. Onun canı gibi sevdiği bir kadın hastalıklarla
cebelleşiyor, benim sevdiğim kız gözyaşlarıyla boğuşuyordu. Bense insani
duyguların en zoruyla, sevdiğin acı çekerken elinden bir şey gelmemesinin
çaresizliğiyle sınanıyordum. Elimden sadece dua etmek geliyordu. Hem de en son
ne zaman ettiğim bir duanın kabul olduğunu ya da istediğim sonucu verdiğini
bilmeden…
Gece yarısı duyulan “onu kaybetmek istemiyorum” feryadı sizi
ömrünüzün en çaresiz noktasına getirebilir. Gittikçe o hastalıkla boğuşan kendi
anneannemmiş gibi hissediyordum. İlk başlarda insanın yakınlarına bir şey
olmayacağına ilişkin özgüveniyle hareket ederken, şimdi Nilay’ın her telefonu
çaldığında elim ayağıma dolaşıyordu. Şüphesiz ki bir insanı kaybetme korkusu
taşıyorsanız onu gerçekten seviyorsunuz demektir. Anneanne; daha önce hiç
tanımadığım, görmediğim, elini öpmediğim kadın hasta yatağında kendini bana
öyle sevdirmişti ki, dua etmeyi hatırlayacak kadar… Başucunda Yâsinler
okunuyordu. Ben evde geçirdiğim iki dakika hoş vakit için sonradan
suçlanıyordum. Hemen kaptırıyordum kendimi bir duaya. Ardından başlıyordum
mırıldanmaya. Ne olur gitme… Böyle olmaz, şimdi olmaz… Tıpkı Nilay’a söylermiş
gibi korkuyla, öylesi bir telaşla dökülüyordu dudaklarımdan dualar. Daha
Nilayla elini öpmeye gelecektim, daha beni tanıyacaktın, Neslihan’ı
kucaklayacaktın, bizi de yemeğe alacaktın,ben de elini öpüp yanağından bi makas alacaktım ve elbette daha o güzelliğini ben de
görecektim. Nereye böyle?
Derken anneanne asık suratlarımızı güldürmeye başladı.
Birbiri ardına geldi güzel haberler. Nilay’ın ses tonuna umut kondu yeniden.
Ben de hayatımın en gurur dolu ben demiştimini yaşadım o aralar. Ben sana
demiştim, o seni gelinlikler içinde görmeden gitmeyecek. Tabi bunun için zahmet
olmazsa teklifimi kabul etmen gerekecek. Bu kız benimle evlenirse, bana
verdiğin bu gol pasını hayatım boyunca unutmayacağım anneanne. Sen o
gülümsediğinde çok güzel olan halinle, bizi neşeye boğan sağlığın sıhhatinle,
şakalarınla, muhabbetinle çok yaşa. Ve bil ki çok seviliyorsun bir güzel kız
tarafından, üstelik onun tarafından sevilmeyi beklenen bir adam olarak
söylüyorum bunu, seni zerre kıskanmadan. Evet, şimdi hayallerimizin film
setinde, içinde senin olduğun sahnelere yeniden motor diyebiliriz. Sen hep
böyle sımsıkı tutun hayata, biz de Nilayla elele bir gece ansızın gelebiliriz.
Sen hiç bırakma bizi. Gitmeyi hiç düşünme. Korkma gördüklerinden ve sınama bizi
lütfen. Biz seni hep böyle sevebiliriz. Yaşanacak çok güzellik var daha.
Hapşurmanı beklemeden çok yaşa diyebiliriz. Çok yaşa anneanne, sen çok yaşa…
Not: Ailesine bu kadar düşkün, sevdiklerine bu kadar bağlı
kızdan iyi eş, iyi anne, iyi anneanne olur. Sonra bizim bugün anneanne için
söylediklerimiz, Allah ömür ver,irse torunlarımızdan duyulur. “Sen çok yaşa
anneanne”
Satırlarıma hayata buradan tutunan Ürkiş anneanne için
hazırladığım sloganla son veriyorum.
“Ürkiş anneanne… Nilay anneanne olana kadar en iyisi bu.”
Not: Nilay’ın babaanne olması durumunda rakipsizdir.
6 Eylül 2013 Cuma
Kırmızı Araba
Çocukluğum, mahallenin o tozlu yollarında kendim gibi bir sürü çocukla meşin bir topun peşinden koşarak geçti. Hepimiz, top oynamaktan başka bir meşgalesi olmayan, ama zaten başka bir meşgale bulsak da top oynamayı tercih edecek olan çocuklardık. Hem çok alışmıştık top oynamaya, hem de bedava olan tek eğlencemizdi. Bizim gibi çocukların fazla oyuncağı olmazdı. Olsa da bunlar kendi el emeğimizdi. Bir yerlerden birkaç çıta bulup uçurtma yapar göklere salardık. Bazen kuş vurmaya niyetlenir, daha ilk taşı attığımız kuşun can havliyle attığı narada pişmanlık duyardık. Gece uyumadan önce mutlaka hayal kurardım. Hayallerin hayattan güzel olduğunu da, hayatın hayallere kavuşturmadığını da daha küçük yaşlarda anlamıştım. Ve elbette; kavuşulamayan tek bir şeyin dahi kavuşulan her şeyden çok daha anlamlı, çok daha güzel olduğunu…
Her gün tozlu yollarda top koşturmak da güzeldi elbette ama hayalim başkaydı benim. O günlerde top oynarken yoldan geçip oyunumuzu bölen arabalara kızar, sonra o arabaların arkasından öylece bakakalırdık. Şimdi şimdi anlıyorum ki, aslında arabaların oyunumuzu bölmesine değil, oynadığımız o oyundan dahi güzel görünmesineydi bütün o kızgınlık. Tozu dumana katan bir arabanın ardından bir süre bakakalınca, onun gibi bir şeye sahip olmanın hayali çökerdi çocuk yüreğimize. Ve hayal dünyasından kopup yeniden mahalle maçına döndüğümüzde asla aynı tadı vermezdi o meşin top ve o taştan kale.
Hayalim bir gün bir araba sahibi olabilmekti. Kırmızı, spor, rüzgar gibi giden ama ne kadar uzağa gitmiş olursa olsun mutlaka bana geri dönen bir kırmızı araba. Bir gün çocuklarla top oynadığımız o yola çıkarsaydım onu, ona sahip olmanın gururunu yaşasaydım. Herkes imrenseydi bana, mahallenin en mutlu çocuğu olsaydım. Dizlerimi karnıma çekmiş bunları düşünürken belli belirsiz bir gülümseme ve müthiş bir mutluluk hissederdim içimde. Pencere kenarına gider, gecenin karanlığında pırıl pırıl parlayan yıldızlara bakardım. Tıpkı hayalini kurduğum o kırmızı araba gibiydiler. Hep çok güzel görünüyorlardı, hep parlıyorlardı ve kaymaya karar verdiklerinde tıpkı o kırmızı araba gibi çok süratliydiler. İnsanın bir şeyi çok istediğinde, en az o istek kadar büyük bir umutsuzluğa, isteğine kavuşamayacağına dair bir karamsarlığa kapıldığını da o günlerde anladım. Kırmızı arabadan umudu kestiğimde tesellim uçurtma uçurmak olurdu. Fakat uçurtmayı da gündüz uçurabiliyorduk. Oysa ben gece karanlığında bembeyaz bir uçurtma uçurmak isterdim, yıldızlara yollayabilmek için onu. Ben hayallerime kavuşamadığım bir çocukluk yaşadım, ya da çocukluğumda kavuşamayacağım şeylerin hayalini kurdum. Nitekim ne bir kırmızı arabam oldu, ne de gece karanlığında yıldızlarla dans eden gelin beyazı bir uçurtmam.
Büyüdüm ben, çok hızlı büyüdüm sonra. Hayallerim gerçekleşmeyince, hayal kurduğum yaştaki çocukların hayallerini gerçekleştirebilmek için çabucak büyüdüm. Bir çocuğa bir kırmızı araba hediye edince, kırmızı arabaya kavuşan bir çocuk olmanın o kadar da zor olmadığını anladım. Yeter ki, bir çift gözbebeğine hayat dolu bir gülücük yerleştirmeye kararlı bir yürek bulabilsin insan, o zaman her şeyin sahibi olabilirdi. Ben de bir çocuğa bir kırmızı araba alıp uçurtma yapmayı öğrendiğim vakit, o yüreğe sahip olduğumu anladım. Daha doğrusu o zaman anladığımı sandım.
Oysa ben, seni sevince anladım bir yüreğimin olduğunu. Sanki seni sevene kadar tozlu bir yolda top oynayarak geçen hayatım, karşıma senin çıkışınla bir kırmızı araba hayali kurmak gibi sonu gelmez bir mutlulukla donatılmıştı. Artık bu zamana kadar da mutlu getirdiğimi sandığım hayatımda, çocukluktaki gibi her gece kuracağım bir hayalim vardı. Üstelik gözlerinin gülüşü o kırmızı arabadan daha pırıl pırıl, seni gördüğümde ve sesini duyduğum andaki kalp atışlarım o kırmızı arabadan bile daha hızlı, ve seni gerçek kılma isteğim o kırmızı arabanın içimi yakan heyecanından dahi daha fazlaydı. Hayatımı üzerinde koşturarak geçirdiğim bir tozlu yol gibi görünen gönlümde sana bir taht kurmanın anarşist ancak kimseye en ufak bir zararı dokunmayan hayali içerisinde, şimdi düşündüğüm şey benim büyüdüğümde yaptığım gibi senin de birini hayaline kavuşturup kavuşturmayacağındı. Bunu sen de yapabilirdin çünkü büyüyordun. Seni gördüğüm, içime bir kor alev gibi düştüğün ilk saniyeden beri her an daha da büyük bir hızla büyüyordun. Ben nasıl büyüdükçe hayalleri gerçekleştirir olmuşsam sen de aynısını benim hayallerim için yapabilirdin.
Üstelik sana her bakışımda dilin söylemediğini aşk ile belli eden, kaçak dövüşmek nedir bilmez gambazcı duygularım vardı benim. Ben gönlümü, seni sevdiğimi seni kaybetmekten çekinip ele vermek istemesem de beni sana ispiyonlayan anlar vardı hayatımda. İlahi bir güç beni sana çekiyordu. Yüreğimi sende bırakıyor, sonra geri istemiyordum. Su akar yatağını bulurdu, gönlüm sana akmış ve yerini bulmuştu. Üstelik çocukken izlediğim yıldızların gökten kaydığı, tuttuğum dilekleri bile yetiştiremediğim o tanıdık hızla kaymıştı sana yüreğim. Böyle böyle ilk zamanlar biraz ürkek geçti. Sonra ben, yukarda yüreğimi ele vermek dediğim şeyin aslında senin hak ettiğin sevildiğini bilme duygusu olduğunu anladım. Hem yüreğimi ele vermek sana seni sevdiğim gerçeği ile yakalanmak değil, yüreğimi bir başkasına vermek olabilirdi ancak. Çünkü sen gönlüme el değdiğinden beri, senden başka herkes benim için olsa olsa el olabilirdi.
Oysa tüm yabancılardan ve hayata tutunduğum kendimdeki iki elden bile daha güzel, daha anlamlı, daha yaşanılası eller vardı artık bildiğim. Senin ellerin… Elin değmişti hayatıma. Nasıl ki aşık olunan bir kadın kendisini seven erkeğin karanlık odasına ilk girdiğinde ilk işi kalın perdeyi açıp içeriye güneşin girmesin sağlamak olur da o odaya sevdiğinin eli değmiş olursa, şimdi de senin elin değmişti benim normal sandığım, ancak senden öncesinin sadece kasvet olduğunu sen gelince anladığım hayatıma. Araladığın perde gönül gözümdü. Gözlerinden ameliyat olmuş bir amanın sargıları açıldığında karşısında ilk gördüğü, önce belli belirsiz, sonra bir daha unutamayacağı kadar net gördüğü o unutulmazlık gibi senin için açılmış, seni görmüştü. Hatta belki de bunca zaman sadece sana ait olmak için seni göreceği güne kadar bekleyip bir başkası için çözülmeyen kördüğüm olmuş, seni görür görmez evinin kapısını anahtarla açtığın vakit gelen kilit sesi gibi çözülmüştü.
Seni sevmek için gösterdiğim özel bir çabam hiç olmamış, buna senin varlığın yetmişti. Bu yüzden sana dair tüm emeklerimi ömrümün bundan sonrasında yanımda olman için vereceğim mücadeleye harcamaya hazırdım. Sen hayatımın anlamı olmadan önce, hayatım sadece herkesin yaşadığı gibi bir hayattı. Şimdi ise anlamlı bir hayatın sahibiydim. Gece uyumak için bir amacım vardı. Ertesi gün seni görecektim ve uyumak bitmek zorunda olan bir günü ertesi güne erdirebilmenin en kestirme yolu olmalıydı. Sabah uyanmak için de bir amacım vardı. Her güneş doğduğunda ömrümün gergefinin seninle işlenecek olan talihli kısmına bir nakış daha başlayacaktık. Gülüşün, ara sokaklardan geçerken beklemediğin anda duyulan sıcak ekmek kokusu gibi içime çektikçe doyururdu beni. Muazzam bir duyguydu nereye gittiğini, nereye gideceğini ve nereyi mesken tuttuğunu biliyor olmak. Sana kadar süregelen hayatım, sanki bir hayat değil, seni bulmam için gereken bir pusula işlevi görmüştü. Şimdi oturtuyordum yerine tüm taşları. İçimdeki o heves, o coşku, o heyecan uçurtmanın yıldızlara en çok yaklaştığı an gibiydi. Uçurtma bendim, yıldızlarsa yüreğin. Yüreğinin içinde kendime bir yer bulmaya çalışırken bazen değişik manyeller yapan ama sendelese dahi o yürekte gezinmekten vazgeçmeyen bir arsız uçurtmaydım. Üstelik, aşağıdan ipi çekip beni o gökyüzünden, yani kendi sonsuzluğumdan çekip almak isteyen kim olursa olsun, onun elindeki iplerden kurtulmak için sırf, kendimi elektrik tellerine dahi teslim edebilir, sırf sana yakın olma pahasına süregelen başka bir yaşamın, başka kaygıların, alışkanlıklarımın, evimin ve barkımın, şu zamana kadarki aidiyetimin ya da sahip olduklarımın dışında bir yaşantıya evet diyebilir, sadece sana daha yakın olabilmek için hiç bilmediğim bir bağımlılığa gönüllü olarak intikal edebilirdim. Aşağıdan elektrik tellerine takılmış halime bakanlar benim için üzülseler de benim oradan ayrılmak için hiçbir çaba göstermeyeceğimi gördükleri anda aradan çıkıp bizi birbirimizle bırakabileceklerini düşünürdüm.
Ve sen… Sen kuşkusuz hayalleri gerçeğe dönüştürebilecek o sonsuz ve yaşanılası yürektin. Bir gülüşün bir hayatı değiştirebiliyorsa, varlığın bir ömrün tek anlamı haline dönüşebiliyorsa hayatımın anlamının ölene kadar sürmesine yol açabilecek tek mucizeydin. Sen, sessiz sedasız kalp çarpıntılarının asi bir küheylana dönüşme sebebi, sen benim bu zamana kadar katlandığım sensizliğe aldığım her nefeste kafa tutuşlarımdın. Gece gözlerimi tavana diktiğimde yansımasını gördüğüm, öyle hemen uyuyabilmeyi bana yasak eden, sağıma döndüğümde nefesini, soluma döndüğümde sesini duyduğumdun. Senin için bile tek bir yerde tek bir zamanda bir anlam ifade eden varlığın, benim için herşeyi, herkesi ve her anı ifade ediyordu. Ben seni, bir insanın bir başka insanı sevdiği gibi değil, bu coğrafyadaki her aşığın her sevilmesi gerekeni sevdiği gibi sevmek ve her sevilenin tatması gereken sevilme duygusunu yaşatmak için sevdim. Bazen bir babanın küçük kızını sevmesi gibi, bazen bir annenin evladını doğururken çektiği o kutsal acı gibi, bir çocuğun en sevdiği oyuncağını koynuna alıp onunla uyuması gibi sevdim seni. Neye ve nasıl sevilmeye ihtiyacın varsa öyle sevdim. Sadece elele - gözgöze olduğumuz kareler değil gözümün önüne gelen. Bir küçük kız çocuğunu sever gibi de seviyorum seni ben. Üşüdüğünde kendi atkımı senin boynuna sarmak, ağladığında baş parmağımla gözyaşlarını silip burnunun ucuna bir öpücük kondurmak gibi masumane hayallerim var benim. Hasta olursan senin tüm uzak dur uyarılarına rağmen sana sırnaşıp kendime bulaştırmak hastalığı, seni iyileştirmek, ellerimle tüm nazına rağmen çorba içirmek, geceleri yanında uyumak nasip olursa sen su içmeye kalkmayasın, uykunu bölmeyesin diye sana hemen su getirip ensenden tutup kafanı hafifçe kaldırarak şefkatle içirmek istiyorum suyunu. Hastalığı atlattıktan sonra dışarı çıkarken boynuna atkı sarmak, soğuktan korunasın diye ayaklarına bir çift çorap daha giydirmek istiyorum. O minibüs içinde yapılan dünyanın en güzel köfte ekmeğinden yemek, dudağının kenarında kalan bir ayran damlasına bakıp gülümsemek, sakal tıraşı olurken yanıma geldiğinde köpüğü senin yüzüne de sıkmak, mutfakta seninle ketçap savaşı yapmak, diş macununu ortadan sıktığım için seninle didişmek, sabahları yastık savaşıyla uyanmak ama ille de işe senin tarafından uğurlanmak gibi çocuksu senaryolar yazıyorum ikimiz için.
Tüm hayal ve kurgularım bu kadar çocuksu değil elbet. Ellerini avuç içimde istiyorum her daim. Yolda yürürken birden sağ elime harçlık sıkıştırırmış gibi ömrüm boyunca hiç harcamayacağım ellerini iliştirmeni isterdim. Çok klasik olacak belki ama ikimizin adının yazdığı bir kapıyı anahtarım olduğu halde sırf sen açasın diye dışarıdan çalmak. Her akşam eve elimde senin sevdiğin bir şeylerle gelmek. Senin sevdiğin filmi koyup DVD’ye, başımı dizlerine koyarak keyif yapmak, kısacası senin hayat arkadaşın olabilmek tüm emelim. Sana endeksli yaşanan bir hayatın mutlu başrol oyuncusu olmak ve bize bu senaryoyu layık gören kainatın en büyük senaristine seni bana yazdığı için şükretmek. Gece uykusunun en güzel yerinde soluma doğru dönerken boşlukta olan elimi soluma atar atmaz orada varlığını hissetmek, seninle mutluluklara koşup badireler atlatmak, duvağını açıp alnından öptüğüm andan ömrümün son anına kadar sadece sana ait ve senden başka hiçbirşeyi, hiç kimsesi olmayan bir mutasavvıf gibi yaşamak isterdim fakat bağlılık açısından aynı zamanda bir şarapçının şarabına duyduğu bağlılık kadar da bağlı olabilirdim sana mutasavvıflığı da bir kenara bırakarak. O şarap ki sarhoş eder, uyuyabilmeni sağlar geceleri. Kanına karışır, içini ısıtır, bir kez dudaklarına değdi mi bir daha bırakması zordur. Tıpkı adını ilk kez zikrettiğim anda bir daha dilimden düşürememem gibi.
Bunları okurken yüzünde belli belirsiz bir gülümseme, heveskar bir hüzün oluştu ise sana iyi bir haberim var. Biz bunların hepsini yaşayabilmeye senin bana söyleyeceğin bir evet kelimesi kadar çok yakınız. Sen benim tozlu yollarımın kırmızı arabasısın ve bana o kırmızı arabayı hediye edebilirsin. O vakit bunların fazlasını yaşar, eksiğini yaşamayız. Kırmızı araba hayali kuran birini mutlu etmek zor değil; sadece iki elinin arasında tuttuğun o çok değerli şeyi uzatacaksın ona. Sen ellerini bana uzat, bana vereceğin hazineyi dudaklarının arasına sakla. Evet olsun o hediyen, sadece iki hece. Sonra seni mutlu etmeyi bana bırak. Senin için doğsun güneş ve senin için çöksün gece.
Yanağıma düşen yaşlar kadar gerçekti bu satırlar, bense yanağımdan çeneme doğru mecburi istikamet izleyen o gözyaşlarımı sana benzettim, ayrıca sana ithaf ettim. Gözlerimden akıyor seni sevdiğim, buradan bile anlayabilirsin. Yanaklarımda geziyor o gözyaşları, tıpkı senin gönlümde çıktığın seyahat gibi. El uzatırsam silinir diye korkuyorum, müdahale etmezsem de elbe bir gün düşecek. Ne yapacağım bilmiyorum ama sen gel gözümün yaşı olacağına gözümün bebeği ol. Hem o zaman sen yokken ben de göremez olurum. Bu aşka da ancak böylesi bir sadakat yakışır.
Şimdi soruyorum sana; bana bir kırmızı araba hediye etmeye ve karanlık gecede yıldızlara karşı bembeyaz bir uçurtma uçurmaya var mısın?
Arabanın kırmızısı içimde açan güller,
Gecenin siyahı sevdamın koyusu,
Uçurtmanın beyazı ise gelinliğin olsun.
And olsun ki bana sevmeyi öğreten sensin, ve sevilmeyi benden öğreneceksin.
Cesaretin Var mı Aşka?
Sanatsal faaliyetlere tüm hızıyla devam ettiğimiz bir zaman diliminde sanatın en önemli dallarından biri olan sinema sektörünü es geçmek olmazdı. Aşık olduğumda teslimiyetçi bir vaziyete büründüğümü tasdik edercesine ilk filmimizi seçme işini Nilay'a bırakmıştım. Seçtiği film; sanki ben ona değil de o bana aşık ve sanki o bana değil de ben ona karşılık vermiyormuşum gibi bir ironi içeriyordu. "Cesaretin Var mı Aşka?" Bu bana edilecek laf mıydı? Sen önce bir kendine bak derler adama, efendiliğimi bozmadım neyse ki.
Film; çocukluk çağlarından itibaren birlikte büyüyen iki sözde arkadaşın aşka dönüştüğünü inkar ettikleri hikayelerini ve sonunda kaçınılmaz son sonucu kesişen yollarını anlatıyor. Tabi bu süreçte her iki taraf da birbirlerine ilan-ı aşktan çekiniyor, arada başka insanlarla evlenip başka insanlardan çocuk sahibi oluyorlar. Birbirlerine sevdiğini söylemenin bir tabu halini aldığı hikayede, aşıklar iletişimde kalmak için bir cesaret oyununa ihtiyaç duyuyorlar. Çocukluktan beri bir birinde bir ötekinde duran uğurlu kutu, göstermeleri gereken cesaretin şeklini belirliyor. Kutu kimdeyse misyon ondadır düşüncesinden yola çıkan cesaret hikayeleri birbiri ardına patlarken, ikisi de cesaretlerini esas kullanmaları gereken noktada pasif olduklarından birlikte geçirebilecekleri zamana haksızlık ve yazık ediyorlar.
Bu filmi seyrin en güzel tarafı, çiftin buluşmayı kararlaştırdığı günlerin gelmesini ve buna mahsuben yeni cesaret oyununu beklemek. Birbirleri için her şeyi yapmayı göze aldıkları halde birbirlerine sevdiklerini söyleyemeyecek kadar kaybetme korkusuyla dolu ikisi de. Var olan ellerinden kayıp gitmesin diye başka türlü ve ayrı yaşamlar sürerken, birbirlerine birbirleri için ölümü göze alabileceklerini göstermekten geri kalmıyorlar. Aynı ben...
Ve ne zaman ki "gerçek kaybetme korkusu" sahne alıyor, delikanlı bir trafik kazası sonucu ağır yaralanıyor, o zaman ikisi de gerçeklerle yüzleşiyor. İyileştikten sonra ise son oyunlarını birlikte oynamaya karar verip akabinde huzurevine kadar sürecek olan aşklarının zincirlerini kırıveriyorlar. Hal böyleyken insan haliyle düşünüyor, birinin diğerini sevdiğini ya da onun kendisindeki değerini anlaması için ille de kaybetme korkusuyla yüzleşmesi mi gerekiyor diye. Belki aynı kazayı yapsam işe yarar diye geçiriyorum içimden. Ama korku neticesinde değil, tamamen hisleriyle gelsin bana gelecekse. O benim onu sevdiğimi biliyor sonuçta. Cesaret konusunda sıkıntımız yok, cesaret gerektiren bir durumumuz yok. O "ben geldim" diyecek, ben ise "hoşgeldin" Bunların biri olmadan diğeri anlamsız ama Nilay'ı sevmek çok güzel işte.
Aşka cesaretim var var olmasına da, Nilay'a cesaretin var mı aşka demeye cesaretim yok sanırım. Olsaydı bu filmi seçen o değil, ben olurdum. Maytap geçercesine ironik olan bu film seçimi tarafımdan yapılsaydı bir sübliminal mesaj özelliği içerebilirdi. Oysa ben Nilay'ı sevdiğimi anlatmak için bunlara ihtiyaç duymayan bir aşıktım. Bir de Nilay'a cesaretin var mı aşka desem onun bu soru işaretinin yazdığı senaryo, kendi seçtiği bu güzel filmin sonu gibi değil de başka türlü biterdi. Nilay'dan bahsediyoruz. O deli, ben ondan deli.
Bu soruya - cesaretin var mı aşka? - Nilay'ın içinde bulunduğu bir aşk permütasyonunda rastlarsanız bu cesaret sorgusu muhakkak şu şekli alacaktır.
Herkes sağlık için kan sulandırıcı alır, biz tuttuk mevzu sulandırıcıyı sevdik. Bundan daha büyük cesaret var mı?
Haybeden Gerçeküstü Aşk
Aşk üzerine yazılmış bir durum tiyatrosu olan bu güzel oyun, Nilayla birlikte izlediğimiz ilk uzun metraj yapım olması bakımından önemli bizim için. Aşk sürecinin başlangıcından finaldeki monotonluğuna kadar uzanan süreci gözler önüne seren bu güzel oyunun bizim hikayemizle benzerlikler taşıdığı da çok açık. Tabi biz bu kadar sürede birbirinin adını öğrenmeye tenezzül ve teşebbüs etmeyecek kadar ilgisiz iki aşık değildik. Zaten biz iki aşık da değildik, sıkıntı oradaydı. Bir de oyunun vermeye çalıştığı mesajda, hatta son replikteki önermede.
Aşkı "haybeden gerçeküstü bir çaba" olarak tarif eden isim Yılmaz Erdoğan bile olsa büyük yanılgı içindedir ya da Nilay'a aşık olmamıştır. İkinci seçenek daha mantıklı. Çünkü eğer benim Nilay'ı sevdiğim gibi sevmiş olsaydı ahir ömründe; bu gerçeküstü çabanın haybeden değil harbiden olduğunu anlayabilirdi. Çünkü Nilay'a aşık olmak, aşık olmaktan başka türlü bir eylemdir. Asla haybeden sayılamaz. Çabalar gerçeküstü olsa bile, varacağı sonuç aşkın genel istatistiklerine paralel olsa bile Nilay'ı sevmek hayattaki tüm haybe ve haybecilikleri ortadan kaldırır. Ben seni hiç haybeden sevmedim güzel kız, gerçeküstü olduğu konusuna katılırım. Bu gerçeküstü çaba karşılık bulmasa bile, sana olan sevgimin her zerresi ananın ak sütü gibi helal olsun.
Aşkı "haybeden gerçeküstü bir çaba" olarak tarif eden isim Yılmaz Erdoğan bile olsa büyük yanılgı içindedir ya da Nilay'a aşık olmamıştır. İkinci seçenek daha mantıklı. Çünkü eğer benim Nilay'ı sevdiğim gibi sevmiş olsaydı ahir ömründe; bu gerçeküstü çabanın haybeden değil harbiden olduğunu anlayabilirdi. Çünkü Nilay'a aşık olmak, aşık olmaktan başka türlü bir eylemdir. Asla haybeden sayılamaz. Çabalar gerçeküstü olsa bile, varacağı sonuç aşkın genel istatistiklerine paralel olsa bile Nilay'ı sevmek hayattaki tüm haybe ve haybecilikleri ortadan kaldırır. Ben seni hiç haybeden sevmedim güzel kız, gerçeküstü olduğu konusuna katılırım. Bu gerçeküstü çaba karşılık bulmasa bile, sana olan sevgimin her zerresi ananın ak sütü gibi helal olsun.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)


